Cuma, Ekim 23, 2009

Kitabın iPod’u Kim Olacak?

Müzik, film, oyun derken dünyanın en yaygın medyası olan kitap da ipodumsu rüzgarını yakalayacağı cihazlarına kavuştu.
Uzunca bir süredir raflarında CD lerinin sayısı artmamasına rağmen müzik kütüphanesi genişleyen, film seyretmeye ara vermeyen ama video kiralama mağazalarına artık pek uğramayan, oyun konsolunun başından kalkmayan ama ortalıkta oyun kutularından dağlar olmayan insan sayısı gittikçe artıyor. Elde tutulabilir medyaya olan bağlılık artık sadece koleksiyonculara ait bir özellik olmaya başladı bile. Bu furya tabii ki önce müzik ile başladı. Müzik dijitalleşip 0 ve 1 lere dönüşse bile bunu evrensel trend haline getirmek için gereken harika taşıyıcı iPod’un gelmesi zaman aldı. Ama artık kimse iPod’dan öncesini hatırlamıyor bile. iPod ve benzerleri müziği taşımayı öylesine kolay hale getirdi ki insanlar bu müziği evlerinde de elektronik formatta dinleyebilecekeri taşınabilir olmayan müzik sistemleri aldılar ve dijital müzik artık norm oldu. Müzik tüm bu kapıları açtığı için arkadan gelen medyalara konuşulmak için o kadar meydan ayrılmadı ancak hepsinin bir hikayesi ve hepsinin de aynı ipod gibi bir taşıyıcısı, onu kitlelere populer kılacak bir cihazı var. Video için bu Apple TV, Amazon On Demand veya Netflix uyumlu oyun konsolları ve TV’ler; oyun konsolları için Xbox Live Marketplace ve PSNetwork oldu.
Kitap, bütün bu medyumlardan çok daha eski olmasına rağmen, kitabı seven kitleler, ellerinde tuttukları ağaç ürünü medyumun dokunuşunu, ağırlığını, sakinliğini sevdiklerinden mi, yoksa bir iPod gibi beyaz bir mucizenin gelip onları koltuklarından kaldırmadığı için mi bilinmez, binlerce yıldır nasıl okunuyorsa öyle okumaya devam ettiler.
2005 yılına kadar dijital formatta kitap yayınlanmadı mı? Yayınlandı. Bilgisayar ekranında veya PDA veya mobil telefon ekranlarında görülmek üzere formatlanmış birçok popüler kitap dijital olarak ağaca basılmış akrabalarından daha da ucuza olacak şekilde satılıyor ancak kimse bu kitapları çevreden gelen ışığa duyarlı, pili biten ses çıkaran, ısınan okuması çok güç minik ekranlardan okumayı tercih etmiyordu.
Dünyanın en popüler korku yazarlarından Stephen King bu formatları popülerleştirebilmek adına bir kitabını sadece dijital olarak bile yayınladı. Taa ki 2005 yılının başında Sony’nin Librie isimli elektronik ink kullanan cihazı piyasaya çıkana dek bu formatı yanında taşıyarak okumaya değecek cihaz ortada yoktu.
E-ink teknolojisi aynı küçüklüğümüzde oynadığımız ecth-a-scetch oyuncaklarının mantığı ile çalışıyor. Ekrana benzer camın arkasındaki yüzeye yapışan bir tür kimyasal bir kere oraya yapıştıktan sonra orada kalabilmek için elektrik enerjisine ihtiyaç duymuyor. Böylelikle cihaz açık kaldığı ve ekrandan okuma yapıldığı süre zarfında hiç enerji tüketmiyor. Kitap okumak gibi saatlerce yapılan bir eylem için bu çok önemli bir gelişme.
Geçen zaman içerisinde hem Sony hem de başka birçok firma bu teknolojiyi baz alarak eksik ve zayıf yanlarını oldukça ileri götürmeyi başardı. Artık sayfalar daha hızlı yükleniyor. Bir kitaptan bile daha ince ve hafif olan cihazda 300 ve üzeri adette kitap taşımak mümkün olabiliyor, hatta kitap okuyanların çok tercih ettiği arka fonda bir müzik olsun ihtiyacına cevap veren bir dijital müzik çalıcı bile hemen hemen bütün güncel e-book reader’larda var.
Formatın bir anda mp3 furyasına benzer şekilde yaygınlaşmasını sağlayacak olan atılım ise bu işe çok önceden beri baş koymus Sony’den değil, yeryüzünün en büyük kitap satıcısı Amazon.com’dan geliyor. Amazon bundan yıllar önce sattığı veya yayınlanmış tüm kitapları endüstriyel boyutlarda cihazlarda tarayıp devasa bir dijital kütüphane yapacağını duyurmuş, bunu da hızla hayata geçirmişti. Öncelerde bunu kullanıcıların kitapları almadan önce içeriğine bakabilmeleri, insanların aynı kitapçı mağazalarında yaptığı gibi ilgilerini çeken kitapların sayfalarını şöyle bir karıştırabilmeleri için kullandılar. Eş zamanlı olarak Google da bugüne kadar basılmış tüm telif hakkı olmayan klasikleri tarayıp dev arama motorlarında herkese dijital olarak sunacaklarını duyurmuşlardı. Amazon beklenmedik bir anda, 2007 yılında kendi e-book reader’ı olan Kindle’ı duyurdu. Kindle ile kullanıcılar Amazon’un dev kitap mağazasından kitap satın alabiliyor hem de bunu bilgisayarına cihazı bağlamadan , cihazın üzerindeki 3G radyo alıcı vericisinden yapabiliyordu. Sadece kitap değil, aylık dergi içerikleri veya günlük gazeteleri de sokağın ortasında bu cihaza indirebiliyordu.
Tasarım olarak çok radikal olan ve ekran kalitesi henüz mükemmeleşmemiş bu cihaz, içi boş haliyle bile oldukça pahalı olmasından dolayı popüler olmaz denilse de ilk çıktığı hafta tükenerek almak isteyen ve bulamayan kitap severleri yenileri üretilene kadar haftalarca bekletti. Kindle’ın sağladığı rüzgar ve cihazın kullanım kolayığı sayesinde birçok kişi bu dijital kitap formatıyla tanışmış oldu. Eş zamanlı olarak başka birçok firma da e-book reader’larını çıkarttı ancak hiçbiri arkasında Amazon’unki gibi devasa bir kütüphane desteği veremedi. Amazon doğru yolda ilerlediğinden emin olarak Kindle’ın iki yeni versiyonunu geliştirdi. Kindle 2 ve Kindle Kindle DX. Kindle 2 ile cihaz önceki radikal dizaynından kurtulup Sony’ninki gibi zarif ve kolay taşınabilir bir forma kavuştu. DX modeli ise başka bir ihtiyaca cevap vermek üzere piyasaya çıktı. Tüm e-reader’ların ekranları standart bir ‘paperback’ kitap büyüklüğünde iken DX’de ‘hardcover’ kitap büyüklüğüne ulaştı. Dolayısıyla gazete, dergi gibi ekran alanına ihtiyaç duyan yayınların okuması gerçeklerini okumanın konforuna ulaştı.
Artık dijital kitap formatı rüzgarı arkasına aldığına göre geriye bir tek şey kalmıştı. O da ortalığı kızıştıracak, geliştirilen cihazların her birinin birbirinden iyi olmasını ve fiyatların düşmesini sağlayacak olan ‘rekabet’. Amazon gibi bir devin karşısında ancak aynı yine kendisi gibi bir dev durabilirdi.
Geçtiğimiz hafta kitap devi Barnes & Noble kendi e-reader’ı olan ‘Nook’ u duyurdu. Nook, inovasyonu bir adım öteye götürerek iki ekrana sahip, bir ekranda içeriği, ikinci renkli ekranında ise okunan seçili kitabın kapağını gösteren oldukça güzel dizayn edilmiş bir cihaz. Bu cihaz diğerlerinde olmayan yeni bir fikir daha getiriyor olacak. Birçok kitap severin yaptığı –okuduğu kitabı başkasına ödünç verme- eylemine izin veriyor, diğer kitap severin de Nook almasını sağlıyor olacak. Barnes & Noble’ın sahip olduğu dev kitap arşivi de Amazon ile yarışır seviyede. Tabii Sony de başlattığı bu yarışta geri kalmıyor. Sony de yakın zamanda 3 yeni modelini duyurdu. Bu modellerden bir tanesi gene klasik kitap severlerin çok yaptığı bir eylemi dijtal ortamda kendilerine sağlıyor olacak. Geçici süre ile kütüphaneden kitap ödünç alma....
Görüldüğü gibi kitap dijital akıma geçmekte belki en geç kalan medyum oldu ancak onun dijital dünyası şu anda en çok çeşit vaadeden dünya oldu. Sokakta gezen beyaz kulaklıklı insanları saymayı bırakıp insanların elinde Kindle mı Nook mu var diye takip edip bir sonraki teknoloji trendinin kimin olduğunu hep beraber görüyor olacağız.

Pazartesi, Ağustos 31, 2009

Snow Leopard Windows’u Yedi mi?

Herkes Microsoft’un yepyeni işletim sistemi Windows 7’yi makinalarına kurmak için Ekim 22’yi bekleye dursun, Apple 28 Ağustos Cuma günü tüm dünyada Mac OS X’in en yeni sürümü olan Snow Leopard’ı piyasya sürüyor. Kıran kırana giden bu işletim sistemi savaşlarında Microsoft, Windows Vista’nın uyumusuzluk sorunları, performans eksiklikleri ve teknolojik engelleri yüzünden ciddi hasar almıştı. Bu savaşta yeni bir round olarak görülebilecek bu bölümde Mac OS bir önceki sürüme sahip olan Mac kullanıcılarına Snow Leopard sürümü olan 10.6’ya yükseltme bedelini 29 USD olarak belirlemiş. Diğer taraftan Microsoft’un en ucuz Windows 7’sine bir önceki sürümden yükseltme bedeli 129 USD olacak.
Bu konuya çok çeşitli yaklaşımlar var. Birçok kullanıcı Mac OS 10.6’ya yükseltmenin bir service pack seviyesinde güncelleme olduğunu dolayısıyla Windows 7 gibi yepyeni bir işletim sistemine geçmekle kıyas götüremeyeciğini ileri sürüyorken, bir çok Mac kullanıcısı da Microsoft’un Vista sürümünde vaad ettiği ve zaten olması gereken herşeyi bu versiyonda kullanıcılara sunuyor olmasını, bir service pack güncellenesi olduğunu ve buna 129 USD fiyat biçiyor olmasının çok pahalı olduğunu eleştiriyor.
Oysa ki her iki işletim sistemi de bir service pack yükseltmesinin çok üzerinde yepyeni teknolojileri kullanıcıya sunuyor olacak.
Daha devrimsel nitelikte olduğu öne sürülen Windows 7’den bahsetmek gerekirse, Microsoft bütün ürünlerinde yaptığı gibi Windows 7’nin çeşit çeşit versiyonlarını hazırlamış durumda. Bunlar 32 ve 64 bit aromalarında olduğu gibi ev ve profesyonellere göre de başkalaştırılmış versiyonları mevcut. Windows 7’ye Vista’nın tamir edilmiş hali demek son derece ayıp olur. Kullanıcı arabiriminden çok derin sistem fonksiyonlarına kadar bir çok yenilik içeren Windows 7’nin bazı öne çıkan özellikleri şöyle:
Pencere Yönetimi: Yeni Windows 7 de mouse’un bir hareketiyle dilediğiniz pencereyi tutup salladığınız takdirde o pencere hariç tüm uygulamalar minimize olup task bar’a iniyorlar. Mouse ile tuttuğunuz pencereyi ekranın kenarlarıan getirirseniz, ekran tam ortadan ikiye bölünüyor ve dayadığınız kenara pencere kendini yerleştiriyor. Gene mouse ile tutup ekranın tepesine dayarsanız bu sefer pencere full screen moduna geçiyor. Sağ alt köşede task bar üzerinde duran küçük bir ikona mouse over yaparak o anda ekranda açık tüm pencereleri görünmez kılmak mümkün. Sadece çerçeveleri kalan bu uygulamaları tamamen yok etmek için ise aynı ikona kliklemek yeterli. Bir süre Windows 7 kullandıktan sonra başka bir işletim sistemine geçince insan Windows 7’nin bu özelliklerine farkında olmadan ne kadar alıştığını ve esasında ihtiyaç duyduğunun farkına varıyor.
Yeni arama motoru: Vistada da bir dereceye kadar olan bu fonksiyon Windows 7 de olması gereken yere gelmiş vaziyette. Start düğmesine bir kere basarak çıkan arama motoruna girilen herhangi birşey Vistada iken indekslenmiş klasörlerin dışında ise detaylı aramayı ayrıca yapmak gerekiyordu. Windows 7 de ise çok daha güçlü arama motoru eş zamanlı olarak bir çok bölgede sorgulanan soruya uygun veya yaklaşık cevaplar arayabiliyor. Dokümanlar, resimler, medya dosyaları diye alt başlıklar halinde bölerek sunuyor.
Performans ve güvenilirlik: Belki de en önemli Windows 7 özelliği birçok kullanıcının Vistada ağzını yakan moralini bozan performans konusunun bu versiyonda adreslenmiş olması Windows 7’nin en güvenilir işletim sistemi olmaya aday kılıyor. Hem boot ederken hem shut down komutundan sonra aynı konfigurasyona sahip Windows 7 makina, Windows XP ve Vista yüklü makinalardan belirgin olarak daha hızlı başlayıp daha hızlı kapanabiliyor. Güvenilirlik ise performanstan da önemli bir konu ve dizüstü bir bilgisayarda çalışan Windows 7, hızlı ve sorunsuz bir şekilde uyku moduna girip defalarca çıkabiliyor. Özellikle taşınabilirlik tarafında en çok kullanılan güç kullanım ayarları, ekran ve projektör seçeneklerine hızlı ulaşım imkanı da sağlanmış. Windows 7 yüklü bir dizüstü bilgisayar Rahatlıkla iş emanet edilebilen bir makina haline bürünüyor.
Windows XP Mode: Oldukça kullanışlı bu mod özellikle deneysel yazılımların yüklenmesinde sisteminin genel güvenliğinin sağlanması anlamında veya geriye doğru uyumluluk tarafında halen eski işletim sistemlerinde çalışan uygulamaların yeni sistem üzerinde sorunsuzca çalışmasını sağlayabilmek için Windows 7’nin bazı modelleri içerilerinde Windows XP mode ile geliyorlar. Sanal bir makina olarak çalışan Windows XP’ye sistem kaynaklarından dilediğniz kadarını ayırarak dilediğniz konfiürasyonda makinalar yaratmak mümkün. Ayrıca bu modda çalışacak uygulamaları Windows XP’yi başlatmadan direk Windows 7 altında çalıştırmak mümkün. Arka planda çalışan sanal makina Windows 7’de çalışamayan bir uygulamayı kullanıcıya hiç farkettirmeden çalışır hale getirebiliyor. Kısacası bir Windows 7 lisansı aynı zamanda içerisinde bir Windows XP işletim sistemi ve lisansı da barındırıyor.
Daha yüzlerce ufak tefek düzeltme güzelleştirme içeren Windows 7’nin RC ve RTM sürümleri uzun süredir test kullanıcılarının makinalarında yüklü. Şimdiye kadar toplanan geri bildirimlere göre tüm kullanıcılar yeni özelliklerden ve kolaylıklardan oldukça memnun. Ancak en önemlisi sağlıklı ve güvenilir bir biçimde çalışan işletim sisteminin daha önceki ataları gibi çökmüyor olması, güvenliğinin daha arttırılmış olması, virüslere ve bozuk kodların vereceği hasarlara karşı daha dayanıklı olması. Oldukça düşük seviyeli konfigürasyonlarda bile tatminkar performanslarda çalışıyor olması da bu işletim sisteminin ortalama dizüstü bilgisayarlarda rahat çalışmasını sağlıyor. Bu bakımlardan Windows 7 oldukça başarılı gözüküyor.

Mac OSX 10.6 Snow Leopard ise teknolojik anlamda oldukça ileri özellikleri beraberinde getiriyor ancak bu özellikler birçok güncel makinada maalesef çalışmayacaklar. Öncelikle Intel işlemcisi olmayan Macler maalesef Snow Leopard’dan faydalanamayacaklar. Ayrıca saf 64 bit kernel sadece en yeni Mac modellerinde çalışacak. Hala 64 bir uygulamaların çalışmasına izin verecek olsa da halen arka planda 32 bit kodun çalışıyor olması bazı kullanıcıları rahatsız edebilir.
Snow Leopard artık içerisinde Microsoft Excange desteği ile geliyor olacak. Çok önemli bir özellik gibi görünmese de kullanıcılara yüzlerce dolara malolan Microsoft Office for Mac uygulamasını aldırmadan Exchange server ile konuşup mail ve iCal uygulamalarını exchange serverdan faydalandırabileceğinden 29 USD’lik bu güncelleme sadece bu özellik bir için bile almaya değer hale bürünüyor.
Yeni Expose bir programın tüm pencerelerini ikonunu dockun üzerinde tutmak şekliyle gösterebiliyor. Uzun süredir ihtiyacı duyulan bu özellik son derece kullanışlı. İşletim sistemi, önceki versiyonlarına gore disk üzerinde 7GB daha az yer kaplıyor ve bunu ek birçok yenilik getiriyor olduğu halde yapıyor. Kimse sürekli kilo alan işletim sistemi sevmez.
Snow Leopard üzerinde Quicktime X media oynatıcı ile geliyor. Tam 64 bit desteği olan bu uygulama aynı zamanda http streaming’i destekliyor. Bu sayede firewall arkasında olan veya daraltılmış özellikli ağlarda bile video streaming’i mümkün kılıyor. Snow Leopard’ın yeni OpenCL desteği ile Mac OS artık grafik işlemcisinin de gücünü yeri geldiğinde ihtiyacı olan uygulamalara yönlendiriyor.
Bu yılın son çeyreğinde Mac kullanıcısı da olsak Windows kullanıcısı da olsak yepyeni işletim sistemlerimizi makinalarımızda kullanıyor olacağız. İşletim sistemlerinin arasındaki rekabet her zaman olduğu gibi biz son kullanıcılara yeni özellikler, hayal gücümüzü bile zorlayan yeni faydalar ve işlerimizi kolaylaştıran yüzlerce yeni uygulama olarak geri dönüyor. Hangi tarafta olursanız olun önümüzdeki günlerde oyanayacağımız yepyeni oyuncaklarımız olacak.

Pazartesi, Ağustos 17, 2009

App Store Cosacak

Apple geçtiğimiz hafta ultra populer App Store’un 1. Yılını doldurduğu gün yaptığı açıklamada App Store’un toplam satış adedinin yaklaşık 1,5 milyar download olduğunu söyledi. Tekrar etmekte fayda var, bu satış bedeli değil satılan application sayısıdır. Steve Jobs App Store’u tarif ederken “bu endüstride daha önceki hiçbirşey ile karşılaştırılamaz, ne boyut ne de kalite olarak” demişti. Ayrıca daha hala büyüme potansiyelinin olduğunun ispatı satışların hızının gün geçtikçe artıyor olması. Bu uygulamaların 1 milyar adedi açılışın ilk 9 ayında, sonraki 600 milyon adedi ise takip eden 3 ayda satılmış. Hatta Apple en son Haziran ayı içerisinde gerçekleştirdiği konferansında Cinema Displaylerden oluşturdukları devasa bir duvara şu anda App Store da satılmakta olan tüm uygulamaların ikonlarını yerleştirmiş, her satış olduğunda ilgili uygulamanın ikonunun yanıp sönmesini sağlamıştı. Genel görüntü gerçek zamanlı olarak satışlar gerçekleştikçe Matrix filmindeki ekranları andıran bir manzaraya dönüşmüştü.
Apple’ın App Store’u öylesine popüler oldu ki, senelerdir piyasadaki bir çok smartphone da kullanılan oldukça yaygın işletim sistemleri de kendi platformlarında geliştirilen uygulamaların son kullanıcya iletilmesi için böyle bir platformun şart olduğunu düşündüler. Microsoft, Windows Mobile için; RIM, Blackberry OS için; Palm, WebOS için application store lar açmaya başladılar.
Mobil platformlar için yazılan bu binlerce milyonlarca irili ufaklı uygulama böyle platformların olmadığı dönemlerde ya sadece ileri derece seviyeli kullanıcıların kişisel çabaları sayesinde webden temin ederek , forumlarda okunan bir gönderiyi takip ederek bulunuyor, büyük kitlelere ulaşamıyordu. Çoğu bedava olmak zorunda kalıyor ve bedava birçok yazılımda olduğu gibi kalite sorunlarına sahip oluyordu. Yetenekli uygulama geliştiriciler, satış imkanı olmayan,mecra eksiği bulunan bu platformlara uygulama geliştirmeyi ikincil iş görüyorlar, gerçekten kullanışl uygulamalar çok nadir çıkıyordu.
Halbuki App Store veya benzeri bu platformlarda, sadece kullaıcıyı güldürmeye yarayan basit bir uygulamayı bile binlerce kullanıcıya eriştirebiliyor ve yazılımı geliştirene hiç te azımsanmaycak bir gelir kalemi olabiliyor. Download sayısına inanamayacağınız hiç de bir işe yaramayan ifart isimli uygulama sahibini zengin etti bile. Bu şekilde binlerce uygulama her geçen gün listelere ekleniyor. Mobil cihazı pusulaya çevirenden el feneri görevi görene kadar, akla hayala sığmayacak her türlü amaç için geliştirilmiş uygulamalar mevcut. Bu yepyeni mecranın çok ciddi potansiyel barındırdığını gören bir çok yazılımcı veya meraklıkarı artık mobil platformlara uygulama geliştirmeyi öncelikli iş haline getirdi.
Apple da, diğer mobil platform geliştiricileri de bu uygulamarın cihazlara indirilmesini hızlı mobil networklerin üzerinde çalışır hale getirdiler. Daha önceleri bilgisayarlara kurulan bu uygulamalar mobil cihazlara senkronizasyon esnasında aktarılıyordu. Oysa şimdi satın alma işlemi de dahil olmak üzere herşey mobil cihaz ekranından yapılabiliyor. Bunu sağlayan 3G, HSDPA alt yapı gibi teknolojileri yaygınlaştıkça bu iş modeli daha karlı olmaya devam edecek. Bu yüksek hızlardan faydalanan uygulamalar ise en az desktop benzerleri kadar yetenekli, hatta daha da kullanışlılar.
3G gibi yüksek hızlı mobil networklerin yaygınlaşması, tıpkı evlere gelen broadband’in yaygınlaşması döneminde web’in popülaritesinin artmasına ve içeriğin öneminin herşeyin önüne geçmesini sağladığı gibi mobil platformda da içeriğe inanılmaz bir önem kazandıracak. İçerik sağlayıcılar bu rüzgarı doğru yakaladıkları zaman kaliteli içeriklerini çok büyük kitlelere ulaştırıyor olacaklar. Canlı radyo ve TV programlarının mobil cihazlardan izlenmesini/dinlenmesini sağlayan uygulamalar sonunda hak ettikleri hızda çalışıyor olacak. Daha sofistike uygulamalar çoğaldıkça, bu geniş hızlı bağlantıdan faydalanan mobil cihazlar nihayet üzerlerindeki işlemci güçlerini verimlice kullanabilecekler. Çok değil 5-7 sene öncesinin güçlü workstationlarına denk işlemci gücü barındıran mobil cihazlarımız sonunda üzerlerinde hakkını verecek uygulamaları çalıştırıyor, canlı video görüntüleri işleyebiliyor, hem görüntü hem de sesi gösterebiliyor olacaklar. Örnek, yeni 3G hızlarına ulaşınca elinizdeki iPhone bir Macmini kadar kullanışlı hale bürünüyor olacak.
30 Temmuz günü, telefonunuzdan hangi TV kanalını izleyecek, hem görüntülü hem sesli olarak ilk kimi arayacaksınız?

Perşembe, Haziran 25, 2009

Bilgisayarınıza Dokunun…

Yeni nesil kullanıcı arabirimlerine dikkat edin, klavye gitgide yok oluyor. Mouse da öyle… Türkçe olarak çok yaygın olmasa da ingilizcede çoğu cihaz artık ses komutları ile yönetilebilir halde. Hergün kullanılan smartphone türü mobil telefonlar, ofis bilgisayarları halihazırda bu teknoloji içerisinde gömülü olaraktan geliyorlar. Özellikle mobil telefon tarafında tuş takımı, klavye gibi arabirimlerin bulunmadığı modellerin popularitesi artmış vaziyette. Klavyesi veya tuş takımı olanlar bile bir de ek olarak dokunmatik ekran ile sağlanan arabirimler kullanıyorlar. Birkaç sene öncesine kadar stylus gerektiren bu cihazlar artık böyle bir parçaya ihtiyaç duymadan parmak dokunuşları ile komut kabul edebiliyorlar. Bu teknoloji zaten senelerdir aramızda, yazar kasalardan sinema kiosklarına kadar on yıldan fazladır kullanılıyor. Ancak kullanıcı arabirimlerinin bu değişimi gidilen doğrultu ile ilgili bir bilgi veriyor. En fazla interaksiyon gerektiren cihazlara bir bakarsak kullanıcı arabirimleri en sadeleşenlerin onlar olduğunu görüyoruz.
iPhone’un devrimsel nitelikteki touch arabirimi herşeyi değiştirdi. Onu takiben Palm’ın yepyeni Pre modeli de benzer bir arabirim ile ortalığı sarsıyor. Populer mobil cihazlardan biri olan Blackberry de ürün gamına dokunmatik ekranlı klavyesiz Storm modelini ekledi. Ayrıca klavyesi olmasına rağmen dokunmatik ekranı iPhone ve iPod touch kadar başarılı olan onlarca cihaz var. Kullanıcı arabirimlerinin basitleşmesi sadeleşmesi trendine bakarken kişisel bilgisayarları da atlamamak lazım. İşletim sistemi seviyesinde Microsoft, Windows ürününün içerisinde çok uzun süreden beri ‘tablet’ adı verilen fonksiyonları barındırıyor. Cihazın ekranının dokunmatik olmaması durumda dahi ucuz bir el tableti eklenmesi ile aktive olan bu özellikler bilgisayar ile kullanıcının mouse ve klaveye göre daha doğal olan dokunma ve el yazısı ile anlaşmasını sağlıyor.
Ayrıca gene Microsoft’un devrimsel nitelikteki Surface ürünü benzer şekilde kullanıcı ile cihaz interaksiyonunu çok daha doğal olan işaret etme, dokunma, el ile sürükleyip bırakma gibi hareketlere indirgiyor. Normalde bu tür işlemlere uzak olan kişilerin bile rahatlıkla dijital fotograf makinesinden, çektiği resimleri eliyle sürükleyip bilgisayarına aktarmasını bunların çevirip kesip biçip gene eliyle sürükleyerek arkadaşının bilgisayarına veya mobil telefonuna aktarmasını mümkün kılıyor.
Nintendo Wii oyun konsolu grafik ve ses teknolojisi anlamında piyasadaki mevcut popüler oyun konsollarından geride olmasına rağmen, diğer oyun konsollarının satışını oldukça kolaylaştıran media oynatıcı veya DVD/Bluray özelliği olmamasına rağmen, oyunlarının çoğunun diğer konsollara göre sade ve derinliği az olmasına rağmen piyasaya çıkışının üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen satış rekorları kırmasının nedeni inanılmaz doğal çalışan ve kullanıcı ile çok daha gerçeğe yakın interaksiyon sağlayan Wiimote kullanıcı arabirimine sahip olması.
Örnek olarak bir tenis oyununu, aynı tenis raketini tutar gibi Wiimote’u tutarak ve tenis raketi ile topa vurmak için yapılması gereken hareketin aynısını yaparaktan oynatan bu konsol bütün eksikliklerine rağmen inanılmaz popüler oldu.
Geçtiğimiz ay gerçekleşen ve her sene Los Angeles’ta düzenlenen Electronic Entertainment Expo (E3)’de bu sene kullanıcı arabirimlerinin sadeleşmesi ve insanın doğal iş yapış şekline adaptasyonu anlamında çok büyük adımlar atıldığının ispatı şeklinde iki yepyeni ürünün tanıtımı yapıldı.
Bunlardan bir tanesi Sony firmasının ultra populer Playstation 3 oyun konsolu için tasarladığı ve aynı Wiimote gibi kullanının elinde tuttuğu kontrolerın hareketlerini takip ederek oyunla interaksiyonun sağlandığı PS3 Motion Sensing Controller ismini verdiği cihazdı. Cihazın demosunda Sony yetkilisi oyun içerisindeki bir tenis topuna elindeki cihaz ile vurur gibi yaparak onu yönetebiliyor, golf vuruşunu aynı golf sopası kullanır gibi gerçekleştiriyordu. Oldukça ilginç ve yaratıcı interaksiyon yöntemlerini demo eden Sony, cihazı el feneri gibi tutup sağa sola çevirdiğinde oyun içerisindeki karanlık bir odanın çeşitli bölmelerine sanki gerçekten fener tutuyormuş gibi aydınlatıyordu. Aynı cihaz bir sonraki demoda bir kılıca, sonra bir baltaya sonra bir boya fırçasına dönüştü. Kısaca yeni kullanıcı arabirimi artık gerçek dünyada o işi yapmak için ne gerekiyorsa o idi.
Microsoft ise işi bir adım –ki bu oldukça büyük bir adım- öteye götürerek şu anda Project Natal adını verdikleri kullanıcı arabirimini tanıttı. Bu arabirim, aynı iPhone kullanıcı arabiriminin mobil telefon interaksiyonunda devrim yaratması gibi, kişisel eğlence araçlarında, hatta ve hatta kişisel bilgisayarlar ile interaksiyonda da devrim yaratacak gibi gözüküyor.
Project Natal, cihaz ile interaksiyonda herhangi bir klavye mouse veya kontroler kullanımı gereksinimini tamamen ortadan kaldırıyor. Kullanıcı sadece vücudu, yüzü, elleri ve kolları ile cihaz ile ve cihazın ona yarattığı dünya ile anlaşıyor. Söylendiğinde inanılmaz gibi gelmesine rağmen sistemin oldukça başarı ile işlemesini izlemek oldukça şaşırtıcı idi. Bir futbol oyununda oyuncunun rölünü üstlenen kullanıcı ekrandaki topa aynı sahadaki futbolcunun yaptığı hareketler ile vurabiliyor, elinin bir hareketiyle sayfaları çevirip sadece yüzünü cihaza göstererek kim olduğunu tanıtabiliyor, yaratılan dünya içerisinde aynı bu dünya ile iletişim kurduğu hareketleri yaparak iletişim kurabiliyor.
Katılımcılar tarafından alkışlar ile karşılanan bu teknoloji tabana yayıldıkça çok şeyi değiştirecek. Kullanımının tarif edilmesine ihtiyaç duyulmayacak cihazların hayatımıza girmesine başlangıç olacağını düşündüğüm bu teknoloji sayesinde bugün kolayca vazgeçmeyi hiç düşünmediğimiz klavye ve mouse gibi cihazlar ilkel görümeye başladı bile...

Perşembe, Mayıs 28, 2009

Win 7 Touch Pack

Engadget: "Our initial experience with Windows 7's multitouch was decidedly less than stellar, but it looks like Microsoft's taking the initiative to ramp up the usability with the newly-unveiled Touch Pack. It's a software suite consisting of three games and three Surface apps, including a a globe you can pinch and twist around, the ever-popular surface collage for images, and and a zen-inspired lagoon screensaver. OEMs making touchscreen-capable Windows 7 rigs are being offered the pack to use as a pre-installed option, so look for these to arrive around the same time as the new OS, which should be sometime this holiday season. In the meantime, GottaBeMobile's gotten their hands on the app collection early, and you can view their efforts in the video after the break."

Pazar, Nisan 26, 2009

İçimizdeki Rockstar Müzik Endüstrisini Canlandırdı…

Son zamanların en popüler konsol oyunları plastik gitarları, elektronik davul seti ve mikrofonları ile, üç beş genç veya genç ruhluyu bir anda rockstar gibi hissettiren, Guitar Hero ve Rockband gibi müzik grubu oyunları. Bu oyunlar öylesine popüler oldu ki, eskiden karaoke klübü olarak iş yapan mekanlar bu ekipmanlardan edinip, tek başına şarkı söylemekten daha az utanç verici olan grupça hem çalıp he söylemeyi mümkün kılan bu konsol oyunlarını müşterilerine sunar oldular. Her yaş ve her cinsiyetten oyuncuları kendine çeken bu fenomen ayrıca ekonomik krizden ve korsan kopyalamadan çok fena şekilde etkilenmiş müzik ve eğlence piyasasına da yeniden hayat verdi.
İstatistiklere bakınca çok ilginç sonuçlar, çok şaşırtıcı rakamlar ortaya çıkıyor.Guitar Hero serisi çıktığından beri 25 milyon adet satmış, Rockband ise 10 milyon adet.2007 senesinde Guitar Hero ve Rockband oyunlarının toplam satış rakamı 1.9 milyar dolar! Aynı sene dünyada satılan tüm yazılımın %16 sını oluşturan bu rakam global ekonomik krize rağmen oluşmuş bir satış rakamı.
Olayın tamamının oyunların satışı ile de olayın sonlanmıyor olması, oyun üreticilerine ve müzik içeriğinin telif hakkı sahiplerine sabit ve kesintisiz bir gelir kaynağı oluşturuyor. Oyunlar içlerinde belli sayıda şarkı ile geliyorlar. Ancak bu şarkılara ek olarak oyun içerisine entegre edilmiş online bir katalogdan yeni şarkılar veya popüler sanatçı ve grupların tam albümlerini satın almak mümkün. Ayrıca bu parçalar kopyalanıp korsan halde satılabilir bir yapıda değil.
Geçmişten güncele oldukça çeşit içeren bu kataloglardan satılan parçaların arasında örnek olarak Motley Crue’nun şarkılarının oyun içi satış adetleri, aynı parçaların iTüneş gibi dünyanın en popüler elektronik müzik mağazası satış adetlerinin 5 kat üzerinde.
Ayrıca, adı sanı pek duyulmamış, veya 80 li yıllarda popüler olmuş ve günümüzde popülerliğini yitirmiş bir çok sanatçı ve grubun şarkıları tekrar satar hale geldiler. Dragonforce grubunun bir şarkısının 2007 yılında piyasaya çıkan Guitar Hero III’un içerisinde yer almasının ardından eski albüm satışlarında %126’lik bir artış gerçekleşmis. Aeorsmith grubu, kendi isimlerini taşıyan ve içerisinde eski-yeni 41 parçalarının olduğu Guitar Hero oyunun satışından, en son ablümlerinin satışına göre tam 3 kat daha fazla satış adedi yakalmış.
Gene Dragonforce grubunun bir şarkısını Guitar Hero oyununun gitarı ile çalan bir çocuğun videoşu, popüler video paylaşım sitesi olan Youtube’da 11 milyon izleyiciye ulaşırken aynı şarkının orjinal video klibi henüz1 milyon izleyiciye bile ulaşabilmiş değil.
Benzer şekilde, normalde ismini bile duymuş olduğuna şaşıracağınız bazı sanatçıların ölümlerinden veya isimlerinin unutuluşunun üzerinde yıllar geçtikten sonra genç popülasyon arasında meşhur ve popüler olması oldukça ilginç. Bir anda haftada 25 ile 100 adet arasında satılan bu parçalar 1000’li satış adetlerine ulaşıyor. Bu tabii ki elektronik veya CD formatında albüm satışlarına da yansımış vaziyette.
Bundan birkaç sene önce Napster üzerinde korsan olarak şarkılarının dağıtılmasına karşı olarak elektronik müzik formatına ve bunun korsan kopya dağıtımına kolaylık sağlıyor olmasına savaş açan ve Napster’in kapanmasına neden olan Metallıca bile, en son albümleri olan Death Magnetic’I albümle eş zamanlı olarak Guitar Hero oyunu için de çıkardı. Ayrıca geçtiğimiz ay kendilerine adanmış Guitar Hero: Metallıca oyunu da piyasaya çıktı. Eski ve yeni albümlerinden birçok parça içeren bu oyun sayesinde Metallıca’nin 80 lerdeki parçları da, daha o günlerde doğmamış olan oyuncular arasında da oldukça popüler oldu.
Ayrıca bu oyunların sağladığı bir ilginç fayda daha var: Birçok genç, bu tür oyunların popülerliği ardından gerçek bir enstrüman çalmayı öğrenmeye niyet ediyor. İngilterede 18 yaş ve altında olup en az son üç aydır bu tür konsol oyunlarından oynayan 6 milyon genç üzerinde yapılan bir araştırmaya göre bunların yaklaşık 2 milyonunun gitar veya benzeri bir enstrüman çalmaya ilgi duymaya başladığı görülüyor.
Kısaca, global krize rağmen, daha önce hiçkimsenin on görmediği böyle bir platformda, hiç umulmadık bir şekilde bir sektöre yeniden kan ve can kazandırılmış oldu. Global network altyapısının artık kanıksanmış olması, buralarda yapılan ticaretin artık norm haline gelmiş olması vs. gibi bir çok şeyin de sayesinde müzik endüstrisinin veya plak şirketi patronlarının akıllarının kenarından bile geçmeyeceği bir alanda -dinlemek için bile değil, çalıyor gibi yapmak için- binlerce milyonlarca şarkı, bir çok unutulmuş sanatçının eseri, genç yaşlı demeden bir anda tekrar şu yüzüne çıkmış ve sahiplerine para kazandırır hale gelmiş oldu.
21. yüzyılın kitap, müzik ve filmin elektronik olarak dağıtıldığı bu döneminde, orjinal ve dokunulmamış bir pazar yakalayarak buradan bu zor zamanlarda bile böyle bir başarı yakalayan oyun geliştiricelere şapka çıkarıyorum. Bu örneği baz alarak, daha yapılacak çok şey olduğunu, çok ilginç iş modelleri ve ürünleri göreceğimiz günlerin yakında olduğunu bilmek insana ümit veriyor.

Salı, Mart 24, 2009

Cloud Computing de Neymiş?

Teknolojiyi az çok yakından takip edenler; en az bilenden en tecrübelisine kadar herkes son günlerde "cloud computing" konseptini sık duyar oldular. Bazısı merak edip yeni bir şey mı diye bakmış olabilir. Kimisi ise günlük kullandığı teknolojiler içerisinde "cloud computing" in de mevcut olduğunu ve bunu kullandığının farkına bile varmamış olabilir. Bu "cloud" konsepti şu anda teknoloji meraklıları arasında oldukça popüler bir sohbet başlığı olmasına rağmen çok da yeni bir şey değil. Geçmişte kurulan ATM ağlarına, hatta ve hatta ulus çapına yayılmış telefon ağlarına bile zamanında "cloud" yani bulut kelimesi denmişti. Bulut, bilgisayar veya telekom ağlarının kağıt üzerindeki diagramlarında tüm ağa verilen şekilden esinlenerek bulunmuş bir isim sadece.
Bugünkü popüler konsept ise en basitçe şu şekilde tarif edilebilir: Bilgisayar teknolojisinin yaygın ağlar üzerinden ölçeklenebilir bir şekilde son kullanıcıya servis olarak sunulması.
Bunun en güzel örneği, şu anda cloud computing konusuna en fazla eğilen teknoloji devi Google'in Google Apps uygulaması, veya Microsoft'un son derece başarılı ve tam olması gerektiği gibi çalışan Windows Update uygulaması olabilir.
Cloud Computing konseptinin ismi bile öylesine kıymetli ki 2007 yılınde bilgisayar devi Dell bu ismin telif haklarını almak üzere bir başvuru yaptı, ancak konseptin yaygın kullanımı sebebiyle bu isteği reddedildi.
Şu anda cloud computing konsepti dahilinde "servis" şekilde yazılım hizmeti veren en büyük oyuncular Google, Yahoo, Amazon ve Salesforce. Google'in uzun süredir tüm bilgi birikimini bu platformda yoğunlaştırması ve arka arkaya son derece başarılı ön tarafında sadece web arayüzü çalışan son kullanıcılara son derece hızlı, iyi tasarlanmış ürünler sunması onu belirgin bir şekilde yarış lideri yapıyor.
İşte yeni yazılım devlerinin savaş alanı artık "Software as a Service" denilen bu alanda dövüşülecek. Yazılım devi Microsoft, geliştirdiği yazılımları klasik anlamında bitirip, finalize edilmiş sürümünü bir "golden" DVD ye koyup bunu sık bir pakete yerleştirip raf üzerinden son kullanıcıya satmak üzerine kurduğu modelini yeni Chief Software Architect Ray Ozzie ile birlikte yazılım servisleri haline getirmeyi planlıyor. Ray Ozzie, Microsoft'un kurucusu ve yeryüzünün en çok tanınan yazılımcısı olan Bill Gates tarafından "evrende yaşayan en iyi 5 programcıdan biridir" diye tanımlıyor. Bu iltifat, çok önemli biri tarafından geliyor olduğu için oldukça dikkat çekici.
Ray Ozzie, Microsoft'a gelmeden önce Lotus Notes gibi dev bir ürünü geliştirmiş, Lotus IBM tarafından satın alındıktan sonra Groove Networks isimli bir firma kurmuş. Sonraki yillarda Microsoft tarafından satın alınan Groove şu anda Microsoft'un ofis uygulamarı arasında yer alan online paylaşım araçlarından bir tanesi. Kullanıcıların ortak çalıştıkları projeleri ve bunlarla ilişkili dokümanları ortak bir alanda paylaştıran ve yapılan güncellemeleri geriye doğru takip edilmesini sağlayan, iletişimi daha verimli hale getiren ve yerel ve global ağlar üzerinde çalışan çok kullanışlı bir uygulama.
Ray Ozzie, yeni vizyonunda Microsoft'u klasik kutu yazılım satıcılığından çıkarıp, her saniye gelişen, kendini yenileyen, kullanıcı istek ve ihtiyaçlarına göre kendiliğinden şekillenen, bittiği gün son kullanıcıya kadar ulaştırılabilen ve çalıştığı makinalar üzerinde yüksek işlemci gücü ve kapasite gerektirmeyen yazılımlar yaratan bir firma haline getirme görevini üstleniyor. Microsoft'un Live servisleri bu tür yazılımların ilk örnekleri. Gelecekte, Microsoft'un popüler masa üstü yazılımı olan Ofis Ailesi yazılımları, (word, power point ve excel) sadece yazılım servisi olarak web üzerinde sunulan hizmetler haline dönüşecekler. Düşünün, bir excel dokümani, otomatik tamamlama, formatlama, email uygulamasına direk aktarabilme gibi bütün fonsiyonları çalışır vaziyette web üzerinden hizmet şeklinde sunuluyor olacak. Uygulamanın web üzerinde çalışıyor olması bunu takım çalışması uygulamalarına da entegre etme avantajı sağladığından, mevcut sistemlerde kullanılan üçüncü parti online paylaşım sistemlerine ihtiyaç kalmayacak ve işler daha verimli bir şekilde yürüyebilecek. Kullanıcılar lokasyon bağımsız olarak bütün uygulamalarına herhangi bir makinadan ulaşabiliyor olacak ve her alanı çalışma alanı olarak kullanıyor olabilcek.
Bu Microsoft'un bugüne kadar yürüdüğü yola bakılır ise oldukça köklü bir rota değişimi olmasına rağmen geleceğin bu yönde olduğunun ispati diğer dev yazılım firmalarının da bu doğrultuda çalışmalar yapıyor olmasından da anlaşılıyor.
Şimdilik çoğu ücretsiz olan bu yazılım servislerini zevkle kullanıyoruz, her biri son derece zayıf makinalr üzerinde bile çalışmaları gerektiği gibi verimli çalışıyorlar. Bunun sebebi işe, gerekli olan bütün işlemci gücünün arka planda dev sunucular üzerinde bizim için yapılıyor olması. Dolayısıyla, yüksek güçlü terminal makinalarına yatırım yapmak gereği ortadan kalktığı gibi, yazılım servislerinin sürekli olarak güncellenen ve düzenlenen özelliği sayesinde yamalama, versiyon farklarından doğan uyumsuzluklar vs gibi dertler de ortadan kalkıyor.
Teknolojinin her alanında olduğu gibi, zaman geçip ürünler geliştikçe bundan en çok kazanan ve faydalanan herzamanki gibi son kullanıcılar oluyor.

Salı, Şubat 24, 2009

Google’dan Bir Oyuncak Daha… Latitude

Google’in ücretsiz email servisi Gmail, harita uygulaması Google Maps, Chrome web tarayıcısı derken web içerisinde yaşayanlar için vazgeçilmez olacak en yeni uygulaması Latitude, hem mobil hem de masa üstü platformları için ücretsiz bir olarak Google ürün yelpazesi içerisinde geçtiğimiz günlerde yerini aldı. Şimdilik Windows Mobile, Blacberry OŞ, Symbian platformlarında çalışan Latitude çok yakında iPhone için de hazır olacakmış.
Yüklendiği mobil cihazin içerisindeki GPS alıcısını kullanarak diğer Google kullanıcılarına mevcut yerinizin bilgisini harita üzerinde yerinizi bir iğne ile işaretleyerek veren bu uygulamanın günlük hayat içerisinde neler için kullanılabileceğinin sınırı yok. Hayal gücünün üretebilceği tüm uygulamalara yepyeni bir boyut katacak potansiyele sahip. Google Maps ile benzer bir arabirime sahip uygulamayı yüklendikten sonra gizlilik ayarları ile, dilediğiniz kullanıcalara yerinizi gösterebilirken, dilediğiniz kullanıcılardan bu bilgiyi gizlemek imkanınız var.
Lokasyon bilgisinin getirdiği faydalar sayısız. Örnek olarak, buluşacağınız kişinin tam olarak nerede olduğunu ve bulunduğunuz nokta ile gelmekte olduğu rota üzerinde trafik durumunun nasıl olduğunu görebilmek ve gecikip gecikmeyeceğini anlamak mümkün. Eğer aradaki rota kırmızı ise beklemeye hazır olun, yeşil işe, orjinal bir bahane dinleyeceksiniz demektir. Trafik yoğunluk bilgisi maalesef halihazırda sadece belli bölgelerde mevcut. Ülkemizde ise henüz trafik yoğunluk bilgisini kullanamıyoruz.
Aynı anda birden fazla kontağın nerede olduğunu takip etmek, hareketlerini gözleyebiliyor olmak çok ilginç. Unutulmaması gereken husus işe, takip eden de edilen de mobil cihaz, eğer bir kablosuz internet noktasına bağlı değil işe, EDGE veya 3G data planlarından kullanıyor olacak. Ülkemizde henüz sınırsız data paketleri olmadığından sürekli kullanıldığı takdirde ciddi faturalar kesilmesine neden olabilir.

Latitude’un masaüstü uygulaması iGoogle sayfası üzerinden kulanılıyor, gizlilik seçeneklerinde yerlerinin görülmesine izin verilen kontaklarınızı bu sayfadan takip etmek mümkün. Harita üzerinde bulundukları noktada birer fotoğrafları ile temsil edilen kontakların üzerine mouse ile gelindiğinde kullanıcı detaylarını da görmek mümkün oluyor.
Eş zamanlı olarak Turkcell de lokasyon bazlı servisleri ve bunun ücretlendirilmesi ile ilgili bir konferans düzenleyip bu tür servislerin kullanım alanlarını ve bunu sağlayacak teknolojilerini endüstriden katılımcılarla paylaşti. Ancak ortada oldukça ücretsiz ve baz istasyonları ile üçgene alıp lokasyon belirlemeye nazaran çok daha kesin sonuçlar veren Latitüde gibi bir ürün varken hangi firma bu ücretleri ödemeyi göze alacaktır bilemiyorum.
Lokasyon bilgisinin çeşitli promosyonlar ile paketlendiğini veya Façebook gibi sosyal ag uygulamlari ile entegre edildiğini düşünün. Ortaya çıkacak ürün bambaşka bir şekile bürünebilir. Nerede olduğunuza bağlı olarak size sunulacak promosyonlardan tutun da, Mekanist.net gibi popüler restoran ve klüpler ile ilgili kullanıcı kritikleri sağlayan platformlarda bulunduğunuz semte göre sizin seçtiğiniz bir mutfaga sahip restoran önerisi almanıza kadar, arkadaşlarınızla bulunduğunuz mekanın hem lokasyon bilgisini hem de kişisel kritiğinizi paylaşabildiğinizi düşünün. Anlık organizasyonlar ile çok kısa zamanda bir araya gelebildiğinizi ve bunu sosyal arkadaşlık ağınız üzerinden herkes ile paylaşabildiğinizi düşünün.
Latitude sadece bir başlangıç. Elimizdeki güncel mobil cihazların nerdeyse tamamında birer GPS alıcısı bulunuyor, bunu tam anlamıyla değerlenirebiliyor olmamız çoktan gerekiyordu. Latitude ile başlayan ve diğer uygulamalar ile yavaş yavaş entegre olarak bahsettiğimiz gibi bir şekle bürünen servisleri kullanacağımız günler çok yakın.

Pazartesi, Şubat 02, 2009

CES 2009’un ardından..

Binlerce irili ufaklı ürünün tanıtıldığı, yüzlerce firmanın katıldığı ve 100 binlerin üzerinde kişinin ziyaret ettiği her yıl Ocak ayının ilk haftasında yapılan CES 2009 (Consumer Elecetronics Show) küresel krize ve sektörde birçok zorlanan firma olmasına rağmen yepyeni ürünler ve servisler ile doluydu. Bu yıl da binlerce teknoloji düşkünü ve sektör çalışanı Las Vegas Convention Center koridorlarını doldurdu.

Son 5 senedir CES’e damgasını vuran en önemli teknoloji High Definition, bu sene de gözde teknolojilerden biriydi. İlk yıllarında, HD Ready, takip eden yıllarda alınabilir fiyatlara inen Full HD, onu takip eden senede ise HD kayıt yapabilen yarı profesyonel ve son tüketiciye hitap eden kameralar şeklinde fokuş alanını değiştirse de High Definition teknolojileri bu sene de CES dendiğinde ilk sırada bahşi geçemesi gereken teknolojilerin arasında. Bu sene ise 3 boyutlu HD görüntüleri üzerine yoğunlaşılmış, plasma ve LCD ye alternatif LED ve OLED ekranlar standları süslüyordu. Hi Definition görüntünün kablosuz teknolojiler üzerinde taşınarak panellere ulaştırılması da başka bir yarış alanıydı. Bu alanda Panasonic, en etkileyici sunuma ve ürünlere sahipti. Samsung'un LED ve OLED TV lerinin gösterebildiği detay göz kamaştirici idi.
Mobil teknolojiler arenasında işe, görünen o ki, neredeyse her firma bir şekilde Apple'in müthiş başarılı iPhone'unu kendine hedef almış. Sergilenen ürünler içerisinde en heyecan verici görüneni Palm'in Pre modeli yepyeni işletim sistemi ve iPhone'unkine aşırı benzeyen kullanıcı arabirimi ile öne çıkıyordu. Üst kapağın kaydırılması ile ortaya çıkan qwerty klavye ve dokümatik ekrana sahip bu telefon hem Amerika, hem Avrupa operatörlerinde çalışabilmek için iki ayrı model halinde piyasaya sürülecek.
CES'de bu sene en çok konusu geçen konulardan biri ise "Green" teknoloji. Doğa ile dost materiyallerden üretilen ürünler, doğada daha az zarar vererek veya doğal olarak yok olan malzemeler kullanan firmalar bu özelliklerini oldukça yüksek ses ile duyurmaya çalışıyor, doğaya ne kadar saygılı olduklarının mesajını tüketiciye duyuruyorlardı. Eski nesillerinden daha az enerji tüketen TV'ler, alternatif enerji kaynağı kullanan elektronik ürünler ön saflarda sergileniyordu.
Microsoft bu seneki standında oldukça geniş bir alanı heyecanla beklenen yeni işletim sistemleri olan Windows 7'ye ayırmıştı. Windows 7, şu anda kullanmakta olduğumuz Windows Vista'da olması gereken ve olmayan her türlü kolaylığa, ve Vista'dan beklenen ama kavuşulamayan bir çok özelliğe sahip. Dokunmatik ekranlar üzerinde demosu yapılan Windows 7'de özellikle kullanıcı arabirimi tarafında son derece güzel, bundan önce nasıl bunlarsız yapmışız dedirtecek kadar da basit ve kullanışlı yeni özellikler sunuyor. Yepyeni bir "task bar" uygulamalar arasında kolay geçişler ve en çok kullanılan uygulamaları çok daha hızlı açmayı sağlıyor. Ayrıca Microsoft'un oldukça heyecan verici Surface teknolojisinin bir uzantısı veya benzeri şekilde dokunmatik ekranlar üzerinde fotoğrafları ve videoları sanki bir masa üzerine yayıyormuş gibi yaymak ve Apple'in iPhone'unda kullandığı ekran üzerinde parmaklar ile yapılan el hareketleri ile bu video ve fotoğrafları manipüle etmek mümkün oluyor. Windows 7'nin beta sürümünü tüm kullanıcıların indirip incelemesi için Microsoft fuarın başladığı gün web sitesinde sunmaya başladı. İlgileneler buradan belli tarihe kadar çalışacak olan beta sürümü ve beta key'i indirebilirler.
Geçen sene olduğu gibi bu sene de CES'de taşınabilir bilgisayarlar arasında en çok ilgi görenler "netbook" lar oldu. Asus, HP, Acer gibi firmaların ürettiği netbookların yeni iterasyonları standları süslüyordu. Ancak bunların içerisinde en çok ilgi gören ve Sony yetkilileri tarafından kesinlikle "netbook" olmadığı ısrarla vurgulanan VAIO VGN-P serisi nötebook inanılmaz küçük boyutu ve o boyuttan hiç beklenmeyecek kadar yüksek çözünürlüklü ekranı ile dikkat çekiyordu. Kırmızı, beyaz, siyah ve bir tür koyu yeşil renk seçenekleri ile sunulan bu notebook bünyesinde kullanılabilir boyutta bir klavye, kamera, mikrofon ve GPS barındırıyor. Satışına Şubat ayında başlanacağı bilgisi verilen Vaio P oldukça güzel bir ürün.
Zaten yılın her günü yeterince eğlenceli olan Las Vegas şehri, CES'in de başlaması ile iyice neşeli ve renkli bir hale bürünüp fuar süresince yaklaşık 150 bin kişiyi ağırlıyor. Önümüzdeki aylarda CES bünyesinde burada duyurulan ürünleri hep beraber kullanıyor olacağız. Bazılarını seveceğiz bazılarını direk çöpe göndereceğiz, bu tecrübeleri bizden alan üretici firmalar 2010 senesinin ürünleri üzerinde çalışıyor olacak. Bir sonraki CES'in daha dolu, daha zengin olması dileği ile...

Pazartesi, Ocak 26, 2009

Bu Günlerde Kaç Bilgisayarınız Var?

İş ve kişisel yaşam arasındaki çizgi gitgide kaybolurken yanımızda sürekli bulundurmamız gereken cihaz sayısı artıyor. Örnek vermek gerekirse: kaçınızın hem evde bir masaüstü bilgisayarı, bir de sürekli yanında dolandırdığı bir notebook bilgisayarı var? Mobimag gibi bir dergiyi okuyanların çoğunluğunun bundan bile fazla cihazı olduğuna eminim. Bir de bunun yanına, ofis cep telefonu ve kişisel cep telefonuzu katınca günlük minimum kullanmak zorunda olduğunuz cihaz sayısına ulaşmış oluyoruz.
Telefon cephesinde olay şu şekilde: Son zamanlarda neredeyse tüm mobil profesyonellerin bir PDA kılıklı ofis telefonu, bir de daha multimedya ağırlıklı kişisel cep telefonu var. Birinden ısrarlı patronun emaillerine 24 saat cevap verip, çalışma ekibini sürekli güncel tutar iken, diğer taraftan ısrarlı es/arkadaşların mesaj ve telefonlarına yetişebilmek için ikinci telefonu da cepte bulundurmak gerekiyor.
Bilgisayar cephesinde ise olay biraz daha değişik: Gün içerisinde sürekli yanımızda gezdirdiğimiz notebooklar iyi hoş, birkaç sene öncesinin desktoplarına taş çıkartacak makinalar. Ancak hala ağır ve pil ömürleri kısa. Bu noktada geçen ay bahsını ettiğimiz netbooklar devreye giriyor. Onlar da bazı spesifik görevlerde güçsüz, yetersiz kalıyorlar.Güç isteyen uygulamaları genelde evimizdeki masaüstü veya masaüstü kıvamındaki notebook bilgisayarlar ile halletmeye çalışıyoruz. Bu durumda neredeyse herkesin en az bir taşınabilirliğe fokuslu bir makinası, bir de güç gerektiren uygulamalarda kullandığı bir makinası oluyor.
Durum böyleyken uzunca bir süredir benim de sağlıklı bir çözüm arayışında olduğum bir dert doğuyor: Bu cihazlardaki telefon defteri/takvim vs. türü bilgileri senkronize tutabilmek. Bunun için ortalıkta yüzlerce yazılım var, bazıları web tabanlı, bazıları ufak tefek güven uyandırmayan yazılımlar. Ancak bugüne dek hiç "Hah! iste budur" dediğim bir yazılıma denk gelemedim. Aradığıma en yakın çözüm zamanında FusionOne işimi ile satılan web tabanlı bir uygulamayadı ancak firması destek vermekten vazgeçip yazılımı yok etti. Güncel yazılımlar arasında bu işi yapabilecek en fazla potansiyel vaadeden çözüm Apple'ın "mobile me" çözümü. Sadece Mac OS bazlı cihazlara değil Windows PC lere de senkronizasyon imkanı veren bu web bazlı yazılım güzel ancak Windows Mobile telefonlara ve artık çok popüler olan Blackberry'e destek vermiyor. Diğer taraftan Microsoft da boş durmayıp Windows Live Sync ve Live Mesh (beta) ürününü hazırlıyor. Sadece Windows değil Mac OS desteği de olan bu web tabanlı yazılımın da güncel halı folder senkronizasyonu modelinin çok ilerisine gitmiyor. İlgilenenler için: http://www.apple.com/mobileme/
https://sync.live.com/learnmore.aspx
https://www.mesh.com/Welcome/Default.aspx
Kısacası kullandığımız cihazların sayısı arttıkça bunlardaki bilgileri her birinde güncel halde tutacak ve bu cihazların kullanışlılığını arttıracak bir çözüme fena şekilde ihtiyaç var. Artık kimse,yoğun temposunun içinde ihtiyaç duyduğu bir bilgiyi, acaba hangi bilgisayarımdaydı, acaba hangi telefonun adres defterine kaydetmiştim diye kafa yoracak kadar ekstra zamana sahip değil.

Cumartesi, Ocak 03, 2009

Steve Jobs Apple’dan Ayrılıyor mu?

Geçtiğimiz gün Apple, “bu sefer de sahne ışıkları notebookların üstünde” sloganı ile California’daki kampüslerinde yaptıkları konferans ile yepyeni taşınabilir bilgisayar modellerini duyurdu. Bundan önceki en son büyük değişiklik iMac modellerinde ve iPod modellerinde olmuştu. Oldukça uzun süredir taşınabilir Macintosh bilgisayarlar aynı görüntülerini muhafaza ediyorlardı.

Mac ailesine yeni eklenen modellerin en çok üzerinde durulan özelliği gövdelerinin yapımında kullanılan malzeme ve bunun imalatında kullanılan yüksek teknolojili üretim tekniği idi. Bir üretim tekniği son kullanıcıyı ne kadar ilgilendirir veya cihaz söz verilen görevini yerine getirdiği sürece son kullanıcı bu noktaya nasıl gelindiğinin bilmesi gerekliliği bence tartışılabilir. Ancak bu sürecin teknolojik yönlerinden bahsetmek muazzam bir Pazarlama hareketidir. Esasında çok da nadir görülmeyen bu tekniğin yeni Macbooklarda kullanılıyor olması, insanların birbirine bundan bahsedece olması daha önce kimsenin bir bilgisayarı başkasına gövdesinin nasıl üretildiğini överek reklam etmediğini düşünürsek çok orjinal bir fikir. Aluminyum gövdeli Macbooklar ve Macbook Prolar her zamankinden daha güzel ve daha zarif gözüküyorlar, burası gerçek.

Yeni modeler oldukça heyecan verici. Özellikle yeni Aluminyum Macbook, yeni Macbook Prolar ile kıyaslandığında her özelliği ile birerbir Pro model kadar güçlü duruyor. Taşınabilirlik açısından daha küçük bir makinaya ihtiyaç duyan ancak Pro’nun gücüne ihtiyaç duyacak kullanıcılar için ideal bir seçim olarak ürün gamında yerini alıyor. Yeni modellerin hepsi NVİDİA’nın yepyeni grafik ve chipset işlemcisini kullanıyor olacaklar. Bu oldukça kuvvetli işlemci, bir süre sadece Apple makinalarda görülüyor olacak. Anlaşılan o ki, Apple ilk üretimin büyük çoğunluğunu kendine rezerve etmis. Yeni modellerin gövdeleri de tek parça alüminyumdan özel bir teknik ile oyularak üretildiğinden hem oldukça sağlam hem de eski modellere göre oldukça hafif ve daha az ek parçaya sahipler. Genel görünümde de çok daha estetik bir görüntüye sahipler.

Steve Jobs, yeni modellerin haberlerini verirken daha önceki hiçbir sunumunda yapmadığı birşey yapıp yeni Macbook ve Pro ların tasarımıyla ilgili departmanların başlarında olan ve en az kendisi kadar ortak Apple vizyonunu paylaşan ve dümeni beraber tuttukları yöneticilerine söz verdi. Şunumun sonunda da hepsi birlikte oturup başın görevlilerinin sorularını yanıtladılar.

Verilen mesaj çok netti. Jobs, uzun süredir sağlığı ile ilgili gündeme getirilen soru ve şüphelerden ve bunun Apple hisse senetlerine yansımasından, yatırımcıların endişelerinden sıkılmış olacak ki böyle bir mesaj verme gereği duymuş olsun. Verilen mesaj, işin başında ben olmasam bile ortak görüş ve heyecanımı paylaşan arkadaşlarım bunlar ve, biz hep beraber Apple’İ oluşturuyoruz mesajıydı.

Böylelikle Jobs’suz bir Apple yürüdüğü yolda emin adımlarla yoluna devam edebilecek, Jobs’un vizyonu emin ellerde devam ediyor olacak. Steve Jobs, geçtiğimiz gün Apple Kampüsünde yaptığı sunumda her zamanki tek adamlık show sunumlarından uzaklaşarak bu yolda ilk adımı, atmış oldu. Hatta sunumun sonunda ekrana o günkü tansiyon değerlerini yansıtarak sağlığı konusunda endişe duyulmasının gereksiz olduğu mesajını da esprili bir şekilde vermeyi başardı.